Bazı teknolojik gelişmeler karşısında hissettiklerimi düşündükçe kendimi
Neil Postman’ın Teknopoly (1993) isimli kitabında yer verdiği Thamus ve Teuth
hikâyesindeki Thamus’a benzetiyorum. Her ne kadar bir Antik Mısır mitolojisi
hayranı olarak favori tanrım Thoth (Postman’ın hikâyesindeki Teuth) olsa da
bazı teknolojik gelişmeler beni Thamus gibi endişelendirmiyor değil. Postman,
söz konusu kitabında teknolojinin sadece iyi yönüne odaklanan “teknofilleri”
Teuth metaforuyla, teknolojinin sadece kötü yönlerine odaklanan “teknofobikleri”
ise Thamus metaforuyla anlatır. Hikâyede Teuth (Postman’ın burada Teuth’u
bilinçli olarak seçtiğini görüyoruz; zira Teuth, Antik Mısır’da başyazıcıların
bilgelik tanrısıdır), yazı teknolojisiyle insanların daha akıllı, daha bilge ve
hafızası daha gelişmiş bireyler hâline geleceğini düşünür. Buna karşın Teuth’un
bulup geliştirdiği yazı teknolojisi kral Thamus tarafından endişeyle
karşılanır. Çünkü Thamus’a göre insanlar yazı kullanmaya başladıktan sonra “kendi
hafızaları dışında güvenecekleri bir kaynak olacağı için” hafızaları güçlenmek
yerine azalacaktır. Dolayısıyla yazıyla gelen bilgelik, “yapay bir bilgelik”
olacaktır.
Günümüzde yaşanan birtakım teknolojik gelişmelerle birlikte elde edilen “yapay
bilgelik”, Thamus’un endişelerinde ne kadar haklı olduğunu gözler önüne
seriyor. Hatırlarsanız Thamus, insanların yazıyı (yani teknolojiyi) kullanmaya
başladıktan sonra kendi hafızaları dışında güvenecekleri bir kaynak olacağı
için hafızalarının güçsüzleşeceğini ifade etmişti. Bu durum tam olarak “Google
etkisi” olarak ifade edilen dijital amneziyi tanımlar nitelikte. Google etkisi,
arama motorları aracılığıyla internette zahmetsizce bulunabilen bilgilerin,
edinildikten sonra hızlıca unutulması olarak ifade edilebilir. Söz konusu
amnezide kişi, bilgiye nasıl olsa çevrim içi bir kaynaktan (genellikle Google
aracılığıyla) kolaylıkla ulaşabileceğini düşündüğü için bilgiyi belleğine
kaydetme zahmetine girmez. Çünkü Thamus’un da işaret etmiş olduğu üzere kişinin
kendi hafızası dışında güvenebileceği bir kaynak (Google) vardır. Google etkisini
sadece Google ya da herhangi bir arama motoru üzerinden aranan bilgilerle
sınırlamamak gerekir. İnsanların en yakınlarının telefon numaralarını, nasıl
olsa cep telefonlarının rehberinde kayıtlı diye ezberleme zahmetine girmemeleri
de bir tür Google etkisi olarak değerlendirilebilir. Dolayısıyla Google etkisi,
insanların hatırlama, bilgiyi çağırma, öğrenme gibi bilişsel faaliyetleri
kendilerinin yerine teknolojiye bırakarak hafızalarını yormadıkları her an
ortaya çıkabilir.
ABD merkezli yapay zekâ araştırma şirketi OpenAl tarafından geliştirilen ve
diyalog konusunda uzmanlaşmış bir yapay zekâ sohbet robotu olan ChatGPT, kullanım
alanları açısından Google etkisinin oluşmasına yol açabilecek en çarpıcı
araçlardan biri olarak değerlendirilebilir. Hatta Thamus’un yapay bilgeliğinin
oluşmasında rol alacak en temel aktörlerden biri olacağı da düşünülebilir. Bu
noktada son günlerde sıkça tartışılmakta olan ChatGPT’ye karşı, yapabilecekleri
açısından teknofobik bir yaklaşım içinde olduğumu belirtmeliyim. Zira söz
konusu yapay zekâ teknolojisiyle yapılabileceklerin sınırı yok gibi. Arama
motoru görevi görmesinin yanı sıra akademik alanda kapsamlı bir literatür
taraması yap(tır)mak, araştırma ödevi hazırla(t)mak; edebi alanda çarpıcı
hikâyeler ve/veya romanlar yaz(dır)mak gibi yaratıcı zekâ ve azim gerektiren
pek çok konu, doğru soruları sormak kaydıyla, ChatGPT aracılığıyla oldukça kısa
bir sürede yapılabiliyor. Dolayısıyla ChatGPT’nin insanlar için kendi
hafızaları dışında güvenebilecekleri en önemli kaynaklardan biri hâline gelmesi
kaçınılmaz gibi görünüyor.
ChatGPT gibi teknolojik gelişmelerin yapabildikleri karşısında insan her
geçen gün şaşırmakla birlikte belleği de gün geçtikçe daha çok “azimsizleşiyor”.
Tıpkı Salvador Dali’nin “Belleğin Azmi” adlı eserinde resmettiği gibi. Söz
konusu eserinde Dali, zaman karşısında insanın elinden bir şey gelmediğini ve
zamana yenik düştüğünü çarpıcı bir şekilde resmediyor. Teknoloji karşısında da
insan belleğinin Google etkisi ya da yapay bilgeliğin büyüsüne kapılması gibi
sebeplerle gün geçtikçe eriyip gittiğini (güçsüzleştiğini) söyleyebiliriz. Tıpkı
eserdeki eriyen saatler gibi…